Bir gün, bir cesette hapsolduğumu hissediyor gibi acı veren bir hisle inlerken güya kâinatın bütün zerrelerine emanet olarak verilen sırlar birer birer bulunduğum cesette toplanmaya başladı. Renksiz ve mekânsız bir mana esintisi, cesedimi kaplayıp kuşattı. Doğuya dönmüş yüzümü, doğmaya başlayan altın ufka çevirmiştim. Her zerre güya beni selamlıyor, her taraftan burnuma amber kokusu geliyor, tüm varlığım bir muhabbet hakikatinin tesiri altında titriyordu. Kendimi biliyor, etrafımı görüyor, gördüğümü fark ediyor, her şeyi biliyormuş gibi davranıyordum. Bir kendinden geçme hâli, bir varoluş sarhoşluğu beni sardı. Mana diliyle, “Elhamdülillah!” dedim.