Format | Kitap |
Barkod | Karabatak75 |
Yayın Tarihi | 2024-08-19 |
Yayın Dili | Türkçe |
Baskı Sayısı | 1.Baskı |
Sayfa Sayısı | 180 |
Kapak | Kuşe |
Kağıt | 2.Hamur |
Boyut | 19 X 27 |
Bizim Mesnevimiz Birlik Dükkânıdır
A.Ali Ural
“Benden sonraya gelenler için söyler ve bırakırım. Çünkü ömrümüz sonraya kalıcı değildir,” diyordu, Mesnevî adasıyla dünya haritasını değiştirirken Hz.Mevlâna. Masaldır, diyenlere itiraz etmedi; “Bu kitap masal diyene masaldır…” Boşuna “Bişnev/Dinle!” diye başlamamıştı söze. Herkesin doğru işitmeye kudreti yoktu. Beş duyusu olsa da insanın, gönül istediğini görür, “Gönül ne tarafa işaret ederse beş duyu da eteklerini toplayıp o tarafa gider”di. Görmek istemeyen insana bir öneride bulunabilirdi o halde: “İki parmağını iki gözünün üstüne koy, bir şey görebilir misin? İnsaf et. Sen görmesen de dünya yok değildir…”
Ah o nefs! Nasıl da bağlıyordu elini ayağını insanın. Nasıl da çekiyordu özgürlük tahtını altından ağır ağır. Ne zaman bir nefs yangını çıktığını görse hocası Burhaneddin Tirmizî’nin özgürlükle inanç arasındaki hassas dengeye işaret ettiği sözleriyle söndürürdü alevleri: “Hür olmadan kul olamazsın. Bilirsin ki dinimizde mükellef olmanın üç şartı var: Akil olmak, bâliğ olmak ve hür olmak. Çocuk değilsin, deli de değilsin. Peki acaba gerçekten hür müsün?… Kim bir şeyi çok seviyorsa o kimse sevdiği şeye köle olmuştur. Sevdiği de ona efendi olmuştur. Sevdiği ister kadın olsun, ister altın, isterse köpek olsun. Sen istersen nefs deyiver ona…”
Nefsine itaat etmedi. Bir yoksul gördüğünde bir an gecikmeden verebilmek için düğmesiz gömlekler giyecek kadar cömert, bir harabede yavrulayan fakat yavrularından ayrılamadığı için aç kalan bir köpeğe günlerce ekmek taşıyacak kadar merhametli, yanına gelebilmek için uzaktan işaret eden bir çocuğun oyununun bitmesini bekleyecek kadar muhabbetliydi. Fîhi Mâfîh’te “Dost”u anlatırken, “Hz. Ebu Bekir’in başkalarına üstünlüğü çok namaz kılması ve oruç tutması yüzünden değildir. Belki yüce Allah’ın ona olan inayeti ve onun muhabbeti içindir. Kıyamette namazları getirip teraziye korlar. Oruçları ve sadakaları da böyle yaparlar. Fakat muhabbeti getirdikleri zaman, muhabbet teraziye sığmaz. O halde aslolan muhabbettir,” diyordu Hz. Mevlâna.
Muhabbet bozulmaya görsün nasıl çirkinleşiyordu sözler. İnsana düşen öfkelendiğinde alevlerini yutmaktı. Yangın bir kere yayılmaya görsün, ne ev bırakırdı ne mabet. Şeytan sağlık alâmeti gibi gösterse de fitnenin al yüzünü, oyuna gelmiyordu Mevlâna: “Ateş kıvılcımlarıyla kızıl çehreli görünse de onun yaptığı işin sonundaki karanlığa bak!”
Sözü israf etmekten korkar, “Bu sözün sonu gelmez!”, “Kendine gel artık, bu sözün sonu yoktur!”, “Sözü uzatmak ayıbından korkuyorum.”, “Gel de sözü kısa keselim,” deyiverirdi birden sözün ortasında. Herkes “Konuş!” diye tahrik ederken nefsini o “Sus!”diye bitiriyordu bendlerin sonunu Divan’ında. Ona düşen dinlemeyi bilmekti. Yeter ki kulak versindi insan; taş ve kerpiç konuşurdu lâyık olana.
Birliğe çağırdı o, “Bizim mesnevimiz birlik dükkânıdır,” diyerek. Bedeni ata, ruhu onun süvarisine benzetiyordu. Süvarinin ata hükmetmesi gerekiyordu, atın süvariye değil. Suretler gelip geçici, sîretler ebediydi. Selçuklu sarayının ünlü ressamı Aynüddevle resmini yapmak istediğinde Mevlâna, “Yapabilirsen ne âlâ!” demiş ve ayakta durup resmini çizmesini beklemişti ressamın. Fakat ne kadar çaba sarf etse de yaptığı resim bir türlü benzemiyordu ona. Bir, iki, üç, dört… Tabakalarca kâğıt harcadıktan sonra dehşetle bir nara atıp dizlerine kapanırken şöyle teselli etmişti ressamı Mevlâna: Ah! Ben ne renksiz ve belirsizim. Ben bile kendimi olduğum gibi göremem… Sen bizim suretimize değil, sîretimize bak!”
75. ve 76. Sayımızın dosya konusu: “Mevlâna Celâleddin Rûmî.” Birliğe her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde Mevlâna’nın kaynaştırıcı duruşunu hatırlayıp hatırlatmak istedik. Zira o bu toprağı vatan kılan manevi dinamiklerimizin başında geliyor. Tanpınar, hocası Yahya Kemal’e bir gün “Üstat, biz Viyana kapılarına kadar nasıl gittik?” diye sorduğunda şu cevabı almış: “Pilav yiyerek ve Mesnevî okuyarak.” Bu yüzden Mevlâna’ya düşmanlık milletimize yapılmış bir düşmanlıktır.
Başta Mustafa Özçelik olmak üzere Mevlâna dosyamızın oluşmasında emeği geçen ilim ve sanat ehline minnettarız. Dosya yazılarımızı Mevlâna Hazretleri’ne yazılmış şiirlerle zenginleştiren Mustafa Kara hocamıza da seçkisi için teşekkür ediyoruz. Karabatak’ın zengin muhtevasına “İçindekiler”den ulaşabilirsiniz. Yine de kıymetli hocamız Dursun Ali Tökel’le Ahmet Akarsu’nun yapmış olduğu kapsamlı röportajın altını çizmek isteriz. “Bir milletin anlatısı aynı zamanda aynasıdır,” diyor Tökel. Projektör sayfamızdaki konuğumuz ise “Oyunlar unutulup gitmemeli!” diyen bir çocuk edebiyatçısı: Güler Ekiz.
Dergimiz basıma giderken kültür hayatımızın rehber isimlerinden aziz büyüğümüz D. Mehmet Doğan Bey’in vefat haberini teessürle öğrendik ve bu sayımızı onun hatırasına adadık. Mekânı cennet olsun.
Karabatak 75. defa kanatları şiir, öykü ve denemelerle dolu, derinlerden kopup yükseliyor gökyüzüne.
Not: 74 sayımızda dostumuz Orhan Gazi Gökçe’nin teknik bir hata yüzünden yayımlayamadığımız yazısını bu sayıda neşrediyor ve yazarımızdan özür diliyoruz.